Kötümserliğin Bayrak Tutanları 1: P. W. Zapffe ve E. Cioran

--

Cioran kendini herhangi bir şekilde tanımlamaktan hoşlanmaz, o yüzden nihilist veya pesimist demeyi tercih etmiyor kendi için. Zapffe ise kendisini pesimistten ziyade nihilist olarak tanımlıyor. Bunlara karşın ikisi de benzer ve kabaca “iç karartan” diyebileceğimiz konulara sürekli değinmişlerdir.

Biri geceleri sokaklarda turlarken, diğeri Norveç’in dağlarındadır. İkisi de hayatın acınasılığından, var oluşun etkilerinden, “Bilinçli Olmanın Bedbahtlığından” bahsedip durur. Birbirlerinden ne kadar haberdarlardı? Meçhul. Zapffe’nin felsefe tezi “Om Der Tragiske” Norveççeden İngilizceye günümüzde dahi henüz çevrilmemişken, Cioran’ın kitapları Rumence ve Fransızcadan Norveççeye çevrilmiş midir, çevrilmiş ise Zapffe’nin ömrü bunları görmeye yetmiş midir bilmiyorum. Yine de ikisinin de okuyup etkilendiği yazarlar ortaktı; Nietzsche ve Schopenhauer.

(Zapffe’nin alıntılarını orijinal haliyle koydum ancak metnin sonunda çevirisi de mevcut. İsterseniz kendiniz çevirin. Alıntıların çoğu The Last Messiah’tan, olmayanları ayrıca belirttim. Son olarak; Cioran’ın tüm kitaplarını okumadım, o yüzden daha sonra yazıyı güncelleme ihtimalim hep kenarda. Ölmezsem tabi.)

Birinci bölüm: Bilinç, işkence ve çözüm

“What had happened? A break in the very unity of life, a biological paradox, a monstrosity, an absurdity, a hypertrophy of the most catastrophic kind.

Nature had aimed too high, and outdone itself. A species had been too heavily armed — its genius made it not only omnipotent over the outer world, but equally dangerous for itself. Its weapon was like a sword without hilt or cross guard, a two-edged blade that could cleave through anything; but whoever used the sword had to grip it by its blade and turn one of its edges against himself.”[1]


“In spite of its new eyes, mankind still had its roots in base matter; its soul was woven into matter and sub-ject to its blind laws. But at the same time man could scrutinize matter as though it were a stranger; he could compare himself with other phenomena, uncover and categorize his own vital processes. He came to nature as an unbidden guest; now in vain he extends his arms and prays to be united with that which created him.

Nature no longer answers, it made a miracle with man but has refused to acknowledge him since. Man has lost his citizenship in the universe, he has eaten from the tree of knowledge and has been banished from paradise. He is powerful in his world, but he curses his power because he has bought it with his soul’s harmony, his innocence, his comfort in life’s embrace.”[2]

“Hayvan için yaşam her şeydir; insan içinse bir soru işareti. Kesin bir soru işareti, çünkü insan sorula­rına daha önce hiç yanıt alamadığı gibi, bundan sonra da alamayacaktır. Yaşam yalnızca anlamsız değildir, anlamlı olması da olanaksızdır.”
-Umutsuzluğun Doruklarında


Bilincin ortaya çıkışıyla karşılaştırıldığında, diğer olaylar çok kü­çük bir önemdedir veya tamamen önemsizdir. Fakat bu ortaya çıkış, hayatın verileriyle çelişik olarak, canlı dünyanın bağrına tehlikeli bir şeyin girişini, biyolojide bir rezaleti teşkil eder. Bunun öngörülmesini sağlayacak hiçbir şey olmamıştır: Doğal otomatizm, maddenin ötesi­ne fırlayacak: bir hayvanın çıkabileceğini hiç telkin etmemiştir. Kılla­rını yitiren ve onların yerine ideallerini koyan goril; eldiven takan, tanrılar uyduran, yüzünü gitgide daha çok buruşturan ve göğe tapan goril — böyle bir düşüş karşısında tabiat kimbilir ne acılar çekmiştir, daha da çekecektir!”
-Çürümenin Kitabı


Zapffe, felsefesini, insanın trajedisi üzerine inşa eder. Bu trajedi, fazla gelişmişlik, fazla zekilik, bilinçlik sahibi olmaktır. İnsan, bu özelliği sebebiyle doğadan kopmuştur. “Doğa, yükseklere, kendinin dışına hedef aldı.”; bilinçlilik her ne kadar işe yarasa da, “kabzası veya sapı olmayan bir kılıç gibi”, sahibine de zarar vermekte. Bilinç, insanı bir arayışa sokmaktadır; nitekim, bu arayış karşılanamaz olduğundan umutsuzcadır. Aynı umutsuzluğa Cioran da değinir. “Doğal otomatizm”, “kıllarının yerine ideallerini” koyan bir hayvan ortaya çıkardı; bilgelik ağacından elmayı koparan iki yazar da (Zamana Düşüş kitabında bilgelik ağacı, tanrı ve Adem’in meyveyi yemesi üzerine uzun bir bölüm ayırıyor, inceleyebilirsiniz) artık doğadan cevap alamıyor.

“That a species thus becomes unfit for life by reason of an overdevelopment of a single faculty is a tragedy that has befallen not only man. Some contend, for example, that a certain species of deer once walked the earth but was rendered extinct by a set of antlers that had become far too large. Mutations, after all, are blind, thrown into life without a thought to their viability in the environment.

When one is depressed and anxious, the human mind is like such antlers, which in all their magnificent glory, crush their bearer slowly to the ground.”[3]


“İnsanın her an düşünmesi, kendisine yerli yersiz çok temel sorular sorması, yazgısı konusunda sürekli kuşku duyması, yaşamaktan yorulması, düşüncelerinden ve kendi varlığından bitip tükenmesi, arkasında varlığının dramının ve ölümünün simgesi olarak kan izi veya dumanlar bırak­ması — işte bunlar ne kadar mutsuz olduğunuzu gösterir, öyle ki düşünme sorunu midenizi bulandırır, akıl yürütme gözünüze bir cehennem azabı gibi görünür.”
-Umutsuzluğun Doruklarında


Zapffe, bu bilinçlilik halini boynuzlarının büyüklüğü, “muhteşemliği” yüzünden ölmek zorunda kalan eski bir geyik türü ile kıyaslar. “Mutasyonlar, her şeyden öte, kördür” der Zapffe; depresyon ise, tıpkı bir boynuz gibi insanı yavaşça ezip geçmektedir. Diğer tarafta ise Cioran, her ne kadar Zapffe’nin tarzında tanımlamalar yapmasa da, onun değindiği bilinç problemine pek çok defa atıfta bulunur. Zapffe, umutsuz bir arayış ve bundan ötürü insan varoluşunun paradoksallığındam bahsederken, Cioran ise düşünmenin mide bulandırıcılığına değinir. Düşünmek, bilmek, bilinç sahibi olmak bir işkencedir onun gözünde.

“Bilinçsizlik bir vatandır, bilinç bir sürgün!”
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine

“Doğmamak hiç kuşkusuz olup olabilecek en iyi formüldür. Ama ne yazık ki, kimsenin elinde değil.”
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine

“Özgür olmak, çılgınca özgür olmak isterdim. Ölü doğmuş bir çocuk kadar özgür.”
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine

“Ölümler var olmadan önceki halimize döndüğümüz doğruysa, o saf olanağa tutunmak ve oradan hiç kımıldamamak daha iyi olmaz mıydı? Gerçekleşmemiş bir tamlık içinde ebediyen kalabilecekken, bu dolambaç niye?”
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine

“Varoluş=işkence. Denklem bana çok açık görünüyor.”
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine

“Ancak kendi başına asıl olan insan, bilinçten önceki durumu­na kavuşmaya can atar. Tarih, insanın ona ulaşmak için izlediği dolambaçlardan başka şey değil.”
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine


Cioran’ın fikri, temelde, hiç doğmamış olmanın en iyisi olduğudur; öyle ki, insan buna kavuşmak için çabalamıştır tarih boyunca. Bilinçsizliği bir vatan olarak görür; insan vatanına bir gün ulaşacaktır. Burada değinilen nokta yine bilinçliliktir. Bilinçlilik, varoluşu işkenceye çeviren yegane şeydir.

“Why, then, was the human race not wiped out long ago in great, raging epidemics of insanity? Why are there so few individuals who succumb to the pressure of life because their acuity reveals to them more than they can bear?

A consideration of the spiritual history and present state of our species suggests the following answer: most people manage to save themselves by artificially paring down their consciousness.”[4]


“Hayvan olmak insan olmaktan, böcek olmak bir hayvan ol­maktan, bitki olmak böcek olmaktan yeğdir… Kurtuluş? Bilincin egemenliğini en aza indiren ve bu şekilde üstünlüğünü sarsan her şeyde!”
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine

“İdealsiz bir dünya, doktrinsiz bir can çekişme, yaşamsız bir ebe­diyet hasreti… Cennet… Fakat kendimizi oyalamaksızın bir saniye bile var olamazdık: İçimizdeki peygamber, bizi kendi boşluğumuzda ihya eden deli tarafımızdır.”
-Çürümenin Kitabı


Zapffe, insanın bu kadar acıya rağmen ölümü tercih etmemesinin sebebi üzerinde durur. İnsanın, bilinç seviyesini aşağılara çekmek üzere savunma mekanizmaları oluşturduğundan bahseder, daha sonra bu mekanizmaları tek tek inceler. Cioran’da ise kendini oyalamaktan bahseder, yani bilinç seviyesini düşürmekten.

The goal of life and life’s own annihilation is comon to both the giant elk and the human race; it is their tragic paradox. Faithful to its own essence, the last Cervus giganticus bore the standard of its species to the bitter end. Man saves himself, and continues. Ironically, man’s survival is made possible by a more or less conscious suppression of his hazardous surplus of consciousness. Th is suppression is, for all intents and purposes, continuous; it goes on as long as we are awake and active, and becomes a condition for social adjustment and what is popularly called “healthy” and “normal” behavior.”[5]

“Fiiliyatımızın kaynağı, kendimizi zamanın merkezi, nedeni ve so­nucu zannetmeye bilinçsizce meyilli olmamızdadır. Reflekslerimiz ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç parçasını bir gezegene dö­nüştürür. Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilsey­dik; eğer kıyaslamak, yaşamaktan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimi­zin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak, kendi boyut­larına karşı körleşmektir…”
-Çürümenin Kitabı


Zapffe, insanların, ironik bir biçimde, bilinçli olarak bilinçsizleşmeyi hedeflediğinden (metnin ilerisinde mekanizmaların otomatikleştiğini; bu yüzden umutsuzluğun tamamen insanı saramayacağını da ekler) söz ederken; “içimizdeki peygamber” der Cioran, “bilinçsizce” buna yönelmekte ve kendisini her şeyin merkezi sanmaktatır. Mekanizmalara ileride bakacağız, devam edelim.

“Bilinçli bir yaprak biti, insan gibi ayrışmaz bir tür olarak ke­sinlikle aynı güçlüklere meydan okumak zorunda kalacaktı…”
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine

“Sözde özgürlüğü ona doğadaki herhangi bir tutsaklıktan daha fazla acı veriyor. Dolayısıyla insanın kimi zaman bir bitkiyi, bir çiçeği kıskanmasında şaşılacak bir şey yok. Kusursuz bir bilinçsizlikle güneşin altında ser­pilip sonra solan bir bitki gibi yaşamayı istemek (…)

Neden varoluşumu bir bitkininkiyle değişmeyeyim? Ben, insan olmak ne demek, idealle­rinin olması, tarihin içinde yaşamak nedir biliyorum: Bu gerçekliklerden hâlâ bir şey umabilir miyim? İnsan olmak kuşkusuz çok önemli bir şey! Aynı zamanda trajik bir şey, çünkü insan doğanınkinden çok daha karmaşık, dramatik, kökten yeni bir varoluş düzeninde yaşar. İnsanlık duru­mundan uzaklaşıldıkça, varoluş dramatik yoğunluğunu yi­tirir. İnsan sürekli olarak dramla acının tekelini kendine mâl etmeye çalışır; bu yüzden de kurtuluş onun için kıya­ sıya yakıcı, çözülmez bir sorundur. Ben insan olmaktan gu­rur duyamıyorum, çünkü bu olayı dibine kadar yaşadım. (…)

Büyülenmeleri çok doğaldır: Hay­van ya da bitki evresini yeni aşanların insanlık durumuna can atması anlaşılır bir şeydir. Ama onun ne demek oldu­ğunu bilenler ondan başka her şey olmak isterler. Elimden gelseydi, her gün farklı bir hayvanın ya da bitkinin yaşa­mını sürer, tüm çiçek türlerine, güle, dikene, ota, dallan bü­ külmüş bir tropikal ağaca, dalgalarla oynayan bir su yosu­ nuna, dağlarda rüzgârlara boyun eğen bir bitki örtüsüne, sonra cıvıltısıyla kulağı okşayan bir kuşa ya da ciyak ciyak bağıran bir yırtıcıya, göçebe ya da yerleşik bir hayvana, bir orman hayvanına ya da bir evcil hayvana dönüşürdüm. Tüm bu farklılıkları yabanıl, bilinçsiz bir taşkınlıkla yaşamak, doğanın köşe bucağım katetmek, kendimi doğal bir süreç gibi yapmacıksız, saf bir zarafetle dönüştürmek beni mutlu ederdi. Nasıl da dalardım yuvalara ya da mağaralara, ıs­sız dağlara, denizlere, tepelerle ovalara!”
-Umutsuzluğun Doruklarında


Cioran insanı bilinçli bir yaprak biti ile kıyaslarken, bir bitin her ne kadar insandan fizyolojik olarak oldukça farklı bir canlı olmasına rağmen bilinç sahibi olduğu vakit tamamen aynı sorundan muzdarip olacağına değinir. İnsan olmak tıpkı Zapffe’nin de bahsettiği gibi bir trajedidir, bir bitkiyi veya hayvanı kıskanmak gayet normaldir bu yüzden. Cioran, Zapffe’nin yukarıdaki bağlamda önerdiği gibi, bilinçlilik seviyesini düşürmeyi arzular ve bunu hayvan olmak ile kıyaslar. İnsan olmaya heveslenmenin ise yine bunla bağlantılı olarak ancak “hayvan ya da bitki evresini yeni aşanların” isteyebileceği bir şey olduğunu söyler. Zapffe’nin kabzasız kılıcını henüz eline almamış insanlar.

“Dünya anlamdan yoksun olduğuna göre, yaşayalım işte! Belli bir amacımız, ulaşabileceğimiz bir ideal ol­madığına göre, sonsuzluğun korkunç baş döndürücülüğüne atalım kendimizi çekinmeden, uzam içindeki kıvrımlarım iz­leyelim, alevlerinde yanıp kül olalım; kozmik çılgınlığı için, her yerini saran anarşi için sevelim onu. Bu anarşi sonsuz­luk deneyiminin bir parçasıdır; organik, çaresi olmayan bir anarşidir. İçinde tohumunu taşımayan, kozmik anarşinin nasıl bir şey olduğunu anlayamaz. Gerek sonsuzluğu yaşamak, gerekse üstünde uzun uzadıya düşünmek, en korku­tucu başkaldırı dersini almak demektir. Sonsuzluk sizi altüst eder, kıvrandınr, varlığınızın temellerini sarsar, ama aynı zamanda anlamsız, ihtiyari şeyleri önemsememenizi sağlar.”
-Umutsuzluğun Doruklarında

“Zamanın bilincinde olmayanlar sıkılmaz; hayat ancak, geçen her anın bilincinde olunmazsa taham­mül edilebilen bir şeydir; yoksa bizim için her şey berbat olur. Sıkın­tı tecrübesi, azmış zamanın bilincidir.”
-Ezeli Mağlup

“ Kendimizi öldürmeye değmez, çünkü bunu yapmakta her za­man çok geç kalınır.”
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine

“ İnsanın düşünebilen bir hayvan olmaktan -ya da öyle bir hayvana dönüşmekten- vazgeçmesi gerekiyor. Her an her şeyi tehlikeye atabilecek aykırı bir varlığa dönüşse daha iyi eder; tehlikeli taşkınlıklarla, fantezilerle, yaşamın kendi­sine gerek sunduğu gerek sunmadığı şeylerden ötürü ölebile­cek bir varlığa. Herkes insan olmaktan vazgeçmeyi kendine ideal bellemeli. Bu da ancak mutlak keyfiliğin gerçekleş­mesiyle olur.”
-Ezeli Mağlup

“Yalnızlığın mu­ayyen bir derecesinden itibaren, sevmeye ve çiftleşmenin o büyüleyi­ci kirlenmesine son vermek gerekir. Ne pahasına olursa olsun soyunu sürdürmek isteyen kişi, köpekten zor ayırt edilir(…)”
-Çürümenin Kitabı


İnsanlık çok fazla geriledi (…) hiçbir şey bu durumu, tek bir millette ya da kabilede bile bir bebeğin doğumunun yas ve keder getirmesine rastlamanın imkansızlığından daha iyi kanıtlayamaz. (…) Nerede o kutsal zamanlar (…) Balkan Bogomillerinin ve Fransa’nın Katharosçularının bir bebeğin doğumunda ilahi bir ceza aradıkları o günler nerede? (…) Bugünün nesilleri, sevdikleri insanlar ölmek üzereyken sevineceklerine, ölümün karşısında dehşete kapılarak böyle bir durumu kabullenmek istemiyorlar. Doğacak olan bebekleri için üzüleceklerine, bir takım organize olunmuş şenlikler düzenliyorlar.”
-Hiçliğin Doruklarında Cioran[b]


The life on many worlds is like a rushing river, but the life on this world is like a stagnant puddle and a backwater.

The mark of annihilation is written on thy brow. How long will ye mill about on the edge?
But there is one victory and one crown, and one salvation and one answer:

Know thyselves; be unfruitful and let there be peace on Earth after thy passing.”[6]


“Ölümü unuttuğum her defasında, hile yaptığımı, içimdeki bi­rini aldattığımı sanıyorum.”
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine


“Yaşamda yalnızız, can çekişmedeki yalnızlık tam da insan yaşamının simgesi değil mi, diye geçiriyoruz içimiz­den. Yaşamak istemek, toplum içinde ölmek ne içler acısı bir zayıflık: Son anda avunabilir mi insan? En iyisi yapma­cıklık ve göz boyamalar olmadan, tek başına, terk edilmiş durumda ölmektir. Can çekişirken, kendilerini tutup, etki­leyici tutumlar sergileyen insanlardan tiksiniyorum. Göz­yaşları ancak yalnızlıkta sıcaktır. Ölüm anında çevrelerinde arkadaşlarının olmasını isteyenler bunu korkudan, son an­ larıyla yüzleşemediklerinden yaparlar. En temel anda, kendi ölümlerini unutmaya çalışırlar. Neden yiğitlik göstermez, neden kapılarını sürgüleyip, o korkutucu duyumlara sınır­sız bir açıklıkla, sınırsız bir dehşetle katlanmazlar?”
-Umutsuzluğun Doruklarında

“Acılı bir yazgıdan kaçılamayacağma inanmak, alın ya­zısına boyun eğmek, zamanın her zaman içler acısı yıkım sürecini edimselleştirmeye çabalayacağından emin olmak —bunlar değiştirilemeyecek şeyin ifadeleridir. Bu durumda hiçlik kurtuluş değil midir? Ama Hiç’te nasıl bir kurtuluş olabilir ki? Varoluşta bile neredeyse olanaksız olan şey, onun dışında nasıl gerçekleşebilir?”
-Umutsuzluğun Doruklarında


Cioran, bu anlamsızlık içerisinde, anlamsızlığa rağmen yaşamaya devam etmeyi önerir. Bu da insan olmaktan vazgeçmekle mümkündür, insanı ve var oluşun işkencesini ise yukarıda fazlasıyla değindiğimiz gibi bilinçlilik ile ilişkilendirir; yani Zapffe’nin bahsettiği mekanizmaları kucaklamamızı önerir Cioran. Yine de kendini kandırdığını belirtmekten, en iyisinin yapmacıklıktan uzak kalmak olduğunu belirtmekten çekinmez. İntihar ise her zaman gecikmiştir çünkü önemli olan hiç doğmamaktır; yine de kendisi antinatalist olduğundan, insanlar yaşamaya devam etse de kendi sonunu getirecektir. Peki bu son, çözüm müdür? Cioran yaşarken çözülmeyen şeyin hiç iken çözüleceğine şüpheyle yaklaşır. Zapffe’nin Mesih’i ise Musa’nın öğretisini ters çevirir, insanın yokluğunda oluşacak kesin bir huzurdan söz eder. Aynı öğreti hakkında Cioran, Yeni Tanrılar kitabında; “Tekvin’in mücrim buyruğu: Üreyin ve çoğalın — iyi bir tanrının ağzından çıkamazdı. Eğer konuyla ilgili bir sözü ol­muş olsaydı, daha ziyade ender olun diye salık verirdi. Hele şu uğursuz sözleri hiç ekleyemezdi: Ve yeryüzünü doldurun.” şeklinde oldukç benzer bir fikir ortaya atar.

Çeviriler ve notlar:

[1] “Ne yaşandı? Yaşamın bütünlüğünde bir kırılma, bir biyolojik paradoks, bir canavarlık, bir absürtlük, en kötüsünden bir hipertrofi.

Doğa, yükseklere, kendinin dışına hedef aldı. Fazlasıyla donanımlı bir tür — her şeye kadir olmaktan öte, kendisi için de bir tehlike. Onun silahı ise kabzası veya sapı olmayan, her şeyi kesebilen iki taraflı bir kılıç; kılıcı her kavradığında uçlarından birini kendisine karşı kullanıyor.”

[2] Yeni bakışa sahip olmasına rağmen, insanlığın kökleri hala temel maddedeydi; ruhu maddeye dokunmuştur ve onun kör yasalarına tabidir. Yine de, aynı zamanda insan, maddeyi bir yabancıymış gibi inceleyebiliyor; kendini diğer fenomenlerle karşılaştırabiliyor, kendi hayati süreçlerini ortaya çıkarabilir ve sınıflandırabilirdi. İnsan doğaya davetsiz misafir olarak geldi; şimdi boşu boşuna kollarını açıp kendisini yaratanla buluşmak için dua ediyor.

Doğadan artık cevap yok; o, insanda bir mucize yarattı ama o zamandan beri onu kabul etmeyi reddetti. İnsan, evrensel yurttaşlığını kaybetti; o, bilgelik ağacından yedi ve cennetten kovuldu. O kendi dünyasında güçlü, yine de kendi gücüyle lanetli çünkü ona ruhunun ahengiyle, saflığıyla, yaşamın kucağındaki rahatlığıyla birlikte sahip oldu.”

[3] “Bir türün, bir becerinin fazla evrilmesi sebebiyle yaşama elverişsiz hale dönüşmesi, insan ile sınırlı bir trajedi değildir. Bu nedenle, mesela, (paleontolojik çağlarda) dünya üzerinde yaşamış belli bir geyik türünün, aşırı büyümüş boynuzlara sahip olduğu için neslinin tükenmiştir. Mutasyonlar, her şeyden önce, kördür; yaşamın içine fırlatılırlar, çevreleriyle herhangi bir ilgileri veya bağlantıları olmadan.

Depresif veya endişeli bir haldeyken, insan zihni tıpkı boynuzlar gibi, tüm fantastik ihtişamıyla, sahibini altında ağır ağır ezmektedir.”

[4] “Neden, madem öyle, insan ırkı neden uzun zaman önce büyük bir delilik salgını ile yok olup gitmedi? Akılları onlara dayanabileceklerinden fazlasını gösterdiği için yaşamın baskısına yenik düşen neden bu kadar az insan var?

Türümüzün spritüel tarihine ve mevcut durumuna dair düşünürsek, şu yanıtı elde ederiz: Çoğu insan bilinçlerini yapay olarak azaltıp kısarak kendilerini kurtarmayı başarır.”

[5] Yaşamın amacı ve yaşamın yok oluşu dev geyik ve insan arasında ortaktır; bu onların trajik paradoksudur. Kendi özüne sadık olan son Cervus giganticus, türünün standardını sonuna dek taşıdı. İnsan kendini kurtarır ve devam eder. İroniktir ki; insanın hayatta kalması az ya da çok bir farkındalık ile, bir şekilde fazla bilinçliliğini bastırması yoluyla mümkündür.

Bu bastırma, tüm tüm niyet ve amaçlar için süreklidir; bu, biz uyanık ve aktif olduğumuz sürece devam eder; sosyal uyum şartı haline gelir; ki bu, popüler bir şekilde “sağlıklı” ve “normal” olarak tanımlanan durumdur.

[6] “Çoğu dünyadaki yaşam akan bir nehir gibiyken; bu dünyadaki yaşam ancak hareketsiz bir gölet veya durgun bir su gibidir.

Alnında yok oluşun damgası basılıdır. Daha ne kadar kenarda dönüp duracaksınız? Ama ortada bir zafer ve bir taç, bir kurtuluş ve bir cevap var:

Kendinizi bilin; çoğalmayı bırakın; bırakın da dünya sizden sonra huzura kavuşsun."

[a] Naken under kosmos: Peter Wessel Zapffe, en biografi. Norveççe bir biyografi kitabı; Norveççe bilmiyorum.
[b] Bireyin Topluma Yabancılaşmasına Bir Eleştiri: Cioran Nihilizmi
[c] Biography of Peter Wessel Zapffe, OpenAirPhilosophy
Ayrıca bakılası: Emil Cioran’da Ölüm ve İntihar

--

--

Doç. Dr. Araştırmanı Öneririm

Yıllarını kronik can sıkıntısıyla geçiren (18) birinin cansıkıntıgüdümsel fikirleridir. Derin olayazan bir not defteri. Başka havalı kelime bilmiyorum