Kötümserliğin Bayrak Tutanları 2: P. W. Zapffe ve E. Cioran
--
Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
İkinci bölüm: Savunma mekanizmaları
"Öncelikle belirtmem gerekir ki, herkesin genç ölme şansı yok. İlk kitabımı yirmi bir yaşında Rumence yazdım; bundan sonra bir şey yazmamaya karar vermiştim. Sonra bir tane daha yazdım, kendime yine aynı sözü vererek... Kırk yıldan fazla bir zamandır bu komedi tekrarlandı. Çünkü yazmak, ne kadar az olursa olsun, bana bir yıldan ötekine geçmede yardım etti; zira, ifade edilmiş saplantılar zayıflıyor ve bir ölçüde aşılıyor. Eminim ki eğer kağıtları karalamasaydım, uzun zaman önce kendimi öldürmüş olurdum. Yazmak olağanüstü bir tesellidir. Yayımlamak da. Bu size gülünç görünebilir, halbuki çok doğru. Çünkü bir kitap hayatınızdır, ya da hayatınızın bir bölümüdür ve sizi dışarıya çıkarır. Sevdiğimiz her şeyden yakayı sıyırırız orada, aynı zamanda da özellikle nefr et ettiğimiz her şeyden... Daha da ileri gideceğim: Eğer yazmamış olsaydım, katil olabilirdim. İfade etmek bir kurtuluştur. Şu alıştırmayı denemenizi tavsiye ederim: Birinden nefret ettiğiniz zaman, canınız onu yok etmek istediği zaman, bir kağıt parçası alın ve X bir domuzdur, hayduttur, canavardır yazın. Ondan daha az nefret ettiğinizin hemen farkına varacaksınız. Benim yaptığım da tam olarak bu. Hayata küfretmek için, kendime küfretmek için yazdım. Sonuç? Kendime daha iyi katlandım, hayata da daha iyi katlandım."
-Ezeli Mağlup
"Bir kitap ertelenmiş bir intihardır."
-Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine
"Yaratıcılık ölümün pençelerinden geçici bir korunmadır."
-Umutsuzluğun Doruklarında
“With the fourth defense mechanism, sublimation, the mode of operation is transformation rather than suppression: with creative talent or unshakable panache, one might be able to transform the very agonies of life into pleasant experiences. One takes on the evils of life with a positive attitude, which can then twist them into useful experiences. It seizes, for example, on their dramatic, heroic, lyric, or even comic aspects and thus dissolves the terror in them.
This article, in fact, is a classic example of sublimation. Despite his perilous subject, the present writer is not suffering at all; he is merely filling pieces of paper with words, and will probably get paid for the manuscript.[7]
Zapffe'nin tanımladığı ilkelerden biri, yüceltme/süblimasyondur. Birey, kendini sanata, yazarlığa veya genel olarak estetik haz alabileceği ya da bu isteği boşaltabileceği alanlara yönelir. Zapffe, yazdığı şeylerin de bir süblimasyon örneği olduğundan söz eder. Peki Cioran? Cioran da sürekli belirttiği gibi tazdığı her seferde kendisini intihardan uzak tuttu. Bu, Cioran'ın yazmaktan tam olarak anladığı şeydir. Zapffe ve Cioran'ın yazmak üzerine olan motivasyonları ne kadar eşdeğer görülebilir (sonuçta ikisi de yaratıcılığa atıfta bulunur) bilmiyorum ancak sonuçlarının aynı olduğu aşikâr.
"Sadece, canım isteyince ölmek elimde olduğu için yaşıyorum: İntihar fikri olmasa, kendimi çoktan öldürmüş olurdum."
-Burukluk
"Ölümün en büyük teselli ve kaçış olduğu ve her zaman el altında olduğu fikri, bana daha da büyük bir güçle nüfuz ediyor.[a]
Zapffe, The Last Messiah’ta intihar konusuna insanların neden intihar etmiyor oluşu bağlamında değinirken; Cioran, intiharın, daha doğrusu intihar düşüncesinin kendisini ayakta tuttuğundan söz eder. Zapffe ise, geçirdiği sıkıcı dönemlerde ölümün teselli olduğunu düşünür ancak yine de intihar etmez; 90 yaşından uzun yaşar. Kendisi buna bu şekilde mi bakıyordu bilmiyorum ancak intihar düşüncesi onun için bir savunma mekanizması görevi görmüş olabilir.
“Climbing is as meaningless as life itself, he said, but it’s an excellent distraction."[c, 8]
"With diversion we keep our field of vision within acceptable bounds by keeping it busy with a ceaseless stream of new impressions. This is a typical dodge in childhood; without diversions a child can’t stand himself—witness the common complaint, “Mom, there’s nothing to do!” A little English girl I met while she was visiting relatives in Norway used to come constantly in from her room and ask, “What’s going on?” Babysitters become virtuosos at diversion: “Look, child, see? They’re painting the castle!” The phenomena is too well known to require further illustration. Diversion is the whole lifestyle of high society.(...)
Diversion tactics are often quite conscious. We need to steadily divert our attention from ourselves, because despair can lie just under the surface, in a catch of breath or a sudden sob. When all possible diversions are exhausted, we end up in a kind of “spleen” or peevishness. This ranges from a mild sulk to a lethal depression."[9]
Kluback’a göre Cioran, dünyanın bir anlamı yoksa bile, yine de içinde oynayabileceğimiz kendimize ait bir bahçeye sahip olabileceğimizi ileri sürer.[b] Zapffe ise dağcılığına oldukça tutkulu biriydi. 20'den fazla ilk tırmanış yapan Zapffe, en yakın arkadaşlarından biri olan Arna Naess ile de dağcılık hobisi vasıtasıyla tanışmıştı. Dağcılığın onun için bir spor olmadığını, daha çok Dionysosçu bir olumlama[c, 10] olduğundan bahseder. Burada Cioran'ın bahsettiği bahçe, bir bakıma Zapffe'nin dikkat dağıtma ilkesiyle eşdeğer görülebilir.
"Attachment can be seen as an attempt to establish fixed points in, or a wall around, the shifting chaos of consciousness. Usually this is an unconscious process, but sometimes it is quite conscious, as for example in an attempt to set some sort of goal for oneself, some reason to live. Generally useful attachments are looked upon with sympathy, and those who give their all for their attachments (their company, or a project) are set up as role models for the rest of us. These heroes have managed to set up a strong bulwark against the disso-lution of life, and others are supposed to prof i t by their example. Even bon vivants, we say, settle down, get married, and have children—the necessary walls are built automatically.
Every social unit is a large, rounded attachment system, built on the solid beams of basic cultural ways of thinking. The common man manages with these shared cultural beams, his personality almost builds itself. Our personality has stopped developing, and rests on inherited cultural foundations: God, the church, the state, morality, destiny, the laws of life, the future.
The closer a norm lies to the bearing beams, the more dangerous it is to disturb it. As a rule, those close-lying norms are protected by laws and threats of punishment—the Inquisition, censorship, conservative attitudes, and so forth."[11]
“Çok tanrıcılık eğilim ve itkilerimizin çeşitliliğiyle daha iyi uyuşur, onlara kendilerini icra etme, açığa vurma imkânı su nar, zira her biri kendi doğasına göre o an ona uygun gelen tanrıya meyletmekte özgürdür. Oysa tek bir tanrıyla nasıl baş edilir? Onu nasıl tasavvur etmek, nasıl kullanmak gerekir? Onun huzurunda daima baskı altında yaşar insan. Tek tanrıcılık duyarlığımızı ezer. Bizi sıkarak, gemleyerek derinleştirir: Güçlerimizin serpilmesine ket vurmak pahasına bize içsel bir boyut bahşeden bir zorlamalar sistemidir; bir bariyer oluşturur, gelişmemizi durdurur, bizi sakatlar. Şu kesin ki birçok tanrıyla, tek tanrıyla olduğumuzdan daha normaldik.
Şayet sağlık bir ölçütse, tek tanrıcılık ne büyük bir gerileme!”
-Yeni Tanrılar
Zapffe'nin değindiği bir diğer mekanizma, bağlanma/sabitlenme/demir atmadır. Bu, basitçe, insanın hayatı boyunca bağlı hissedebileceği, demir atabileceği bir nokta arayışını anlatır. Tanrı, kilise, ahlak... bunların hepsi insanın demir atma mekanizmasının gök kubbeleridir. Bu kubbeler zararsız olduğu vakit oldukça takdir edilesidir; insanın amaç arayışı, her zaman her açıdan beslenebileceğiniz bir noktadır.
Cioran, Yeni Tanrılar kitabında, çok-tanrıcılığı tek-tanrıcılığa tercih eder. Bunun sebebi, çok-tanrılılığın insanı istediği tanrıya istediği gibi yönelmekte özgür bırakması, dürtülerinin çeşitliliğine hitap etmesidir. Tek bir tanrı insanı kısıtlar ve daraltır; Zapffe'nin bahsettiği gibi insanın etrafına duvarlar örer. Metnin devamında paganizmde inanç-inançsızlık arasında belli bir çizgi olmadığından, dolayısıyla inancın bir Hristiyan icadı olduğunu söyler. Çok-tanrılı bir ortamda şevk paylaşılırken, tek-tanrılı bir ortamda bu saldırganlığa dönüşür; bundan Çürümenin Kitabı'nda da bahseder. Cioran her ne kadar bu durumdan yakınıyor olsa da, Zapffe'nin dediğine göre bu mekanizmalar insanı ölümden korumak için ortaya çıkmıştır. Yani, belki de insan, kısıtlanmaya ihtiyaç duymuş olamaz mı? Ve de fanatikleşmeye? En baştan beri bahsettiğimiz bilinçlilik zaten bir tür özgürleşme, doğadan kopma değil miydi? Cioran, ilk bölümde incelediğimiz gibi, "insanlıktan çıkmak" bağlamında bu mekanizmalara sarılmaktan söz ediyor. Fanatizm ve kısıtlayıcı tek tanrı da bunla alakalı olduğuna göre; bu mantık çizgisinde ilerlersek, tek-tanrı ile kısıtlanan insanın asıl isteği zaten kısıtlanmaktır -ki bu kısıtlama, hedeflendiği gibi, bilinç seviyesini düşürmek ile sonuçlanır.
“By isolation I mean a completely arbitrary rejection of disturbing and destructive thoughts or feelings. Fully developed and in an almost brutal form, isolation can be observed in doctors who, with an eye to their own self-protection, see only the technical side of their profession."[12]
Zapffe, izolasyon ile tam ve anlasmalı bir sessizlikten bahseder. Hatta şu söylemi çok daha açıklayıcıdır; "One should not think, it is just confusing."[c, 13] Cioran ise zaten yaptığımız her alıntıda düşünmenin mide bulandırıcılığına değiniyor, o yüzden fazladan bir tane eklemeye gerek duymadım. Metin yeterince kabardı sanıyorum.
Üçüncü bölüm: Sonuç
Her ne kadar uzak coğrafyalarda ve birbirlerinden muhtemelen nâhaberdar bir şekilde hayatlarını sürdürmüş olsalar da, bahsettikleri konular oldukça aynı. Tespit ettikleri sorunlar ve bu sorunlara sundukları çözümler birbirlerine benziyor. Bu; biraz etkilendikleri yazarlardan, biraz da, sanki, bahsettikleri şeylerin gerçekten öyle olmasından kaynaklanıyor. Aşırı gelişmişliğimiz gerçekten problemlerimizin ana sebebi çünkü bu aşırı gelişmişlik problemler ile birlikte problemleri algılamayı da beraberinde getiriyor. Bir "yaprak biti"; sadece, doğup yaşar ve ölür; bir Adam Smith veya Karl Marx ise algıladıkları problemler hakkında ciltler dolusu yazarlar.
Cioran'ın tüm kitaplarını ve Zapffe'nin Om Der Tragiske'sini okumadım belirttiğim üzere. İkinciyi okur muyum bilmiyorum zira İngilizcesi bile yok; ancak Cioran'ın tüm kitaplarını okuyacağım yavaş yavaş. Bu süreç boyunca belki yazıyı güncellerim, bilemiyorum. Yazdığım şeylere sonradan bakarken yazdığım şeyler çarpıkmış, bozukmuş gibi hissediyorum. Muhtemelen de öyledir; ne felsefe ne de alakalı bir konu üzerine eğitimim var. Sadece okuduklarım. O yüzden güncellemeye de bilirim. Artık ne olursa. İyi forumlar.
Çeviriler ve notlar:
[7] çeviricem
[8] "Dağcılık tıpkı yaşamın kendisi gibi anlamsızdır; mükemmel bir dikkat dağıtıcıdır yine de.
[9] çeviricem
[10] “It is a Dionysian affirmation of life. It is the poor creeping human’s encounter with the wrathful scowl on the face of the earth. A Dante’s journey along the jaws of the Inferno, a stroke of arcing life over the silence born of stone.”
[11] çeviricem
[12] çeviricem
[13] "Düşünmemeli, sadece kafa karıştırıcı."
[a] Naken under kosmos: Peter Wessel Zapffe, en biografi. Norveççe bir biyografi kitabı; Norveççe bilmiyorum.
[b] Bireyin Topluma Yabancılaşmasına Bir Eleştiri: Cioran Nihilizmi
[c] Biography of Peter Wessel Zapffe, OpenAirPhilosophy
Ayrıca bakılası: Emil Cioran'da Ölüm ve İntihar